Ekrem İmamoğlu’nun “kentli beyaz Türklerin” haftalık gazetesi Oksijen’e bir köşe yazısı yazması ve CHP içindeki tutumunu, gelecekle ilgili öngörülerini anlatması yeterince değerlendirilmedi, yeterince anlaşılmadı.

Bahsettiğim şey İmamoğlu’nun kaleme aldığı ya da imzasını koyduğu yazının içeriği değil.

İçerikte fazla tartışılacak, değerlendirilecek bir şey yok.

Zaten tartışılmadı da. Ya yazı Oksijen’in tirajı nedeniyle çok yaygınlaşamadı ya da içeriği Oksijen okurları için bir anlam ifade etmedi. Bilemem.

Zaten ben işin orasında değilim.

Benim önemli bulduğum içerik değil, bu yazının yayınlandığı mecra.

Yani “OKSİJEN”

Oksijen’in sahibi yılların gazetecisi, Sabah’ın eski genel yayın yönetmeni, gazetenin sahibi Dinç Bilgin’in akıl hocası, Vatan gazetesinin kurucusu ve sahibi, yıllar süren rekabetten sonra geçtiği Doğan Grubu’nda Aydın Doğan’ın sağ kolu olmayı başarmış önemli bir medya yöneticisi Zafer Mutlu.

Zafer Mutlu’nun bir diğer özelliği ise özellikle son yıllarda CHP ile olan yakın ilişkisi. CHP yönetimleri üzerindeki etkisi. Bunda Aydın Doğan’ın etkisinden de faydalandığı sır değil.

Kılıçdaroğlu döneminde, Zafer Mutlu’nun CHP içinde varlığı bilinen ve zaman zaman gücü abartılan bir etkisi var idi.

Aday listelerinin belirlenmesinde, en azından bazı isimlerin CHP listelerine koyulmasında Mutlu’nun dahli olduğu parti içinde de, Doğan Grubu içinde de konuşulurdu.

Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinde Kılıçdaroğlu’nu aday olmaya ikna eden, adaylığını destekleyenler arasında da Tuncay Özkan ve Enis Berberoğlu ile birlikte Zafer Mutlu’nun adı hep geçerdi.

Mutlu’nun, Kılıçdaroğlu ile “hemşehri” olması da bu yakınlık içinde etkili görünürdü.

Anlayacağınız, Mutlu iyi bir yönetici olarak iktidar partisi ile arayı bozmadan, CHP’ye yakın olmayı başarmış ve muhalefet partisi içinde Kılıçdaroğlu ile yakın ilişkisi sayesinde etkili olmuştu.

Her ne kadar parti içinde bazıları “Yok canım o kadar da etkili değil” deseler de algı bu etkinin hayli yüksek olduğu idi.

İşte bu yüzden İmamoğlu’nun CHP’de Kılıçdaroğlu karşıtlığının en net sesi olarak Oksijen gazetesinde yer bulması ve benimle yaptığı sohbetten sonra medyadaki ilk somut hareketini Oksijen üzerinden gerçekleştirmesi önemlidir.

Üstelik İmamoğlu, Zafer Mutlu’nun gazetesini tercih ederek, CHP içinde Kılıçdaroğlu’na karşı gelişen hareketin, bazılarının propagandasını yaptığı gibi mezhepsel bir tavır olmadığının da altını çizmek istemiş gibi görünüyor.

Görünen bir diğer gerçek ise artık Zafer Mutlu gibi bir hemşehrisinin bile Kılıçdaroğlu’nu terk ettiği.


Sadece ekonomide liyakat yetmez

Mehmet Şimşek ve H. Gaye Erkan’a iktidarın daha önce atadığı bakan ve bürokratlardan daha fazla güvendiğimizi söylemiş olmamız ya da bu ikilinin Merkez Bankası’na son yaptığı üç atamada, liyakatin bir nebze bile olsa önemsenmiş olmasını alkışlamamız, Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözdüğü ya da çok kısa sürede çözeceği anlamına gelmiyor.

Bu atamaların tek manası “Sıkışan iktidarın mecburen de olsa liyakate önem vermiş” olması.

Nasıl ki, “nas”dan vazgeçildi ise “Cahil olsun bana yakın olsun” ya da “Yetkin olması şart değil, kulluk etsin yeter” anlayışından da vazgeçilmiş gibi görünüyor.

Eğer kalıcı olur ve genele yansırsa bu olumlu bir adımdır, doğru bir adımdır.

Doğru bulduğum bu değişimdir. Arzu ettiğimiz bu değişimin kalıcı olmasıdır.

Yeter mi!

Tabii ki yetmez.

Bir ülkenin gelişmesinin, güçlenmesinin, saygınlık elde etmesinin ve tüm bunlara bağlı olarak yatırım almasının, kaynak bulmasının, ekonomik olarak büyüyüp, zenginleşmesinin en önemli ayağı “hukuk”tur, “adalet”tir.

Yıllardır söylemekten dilimizde tüy biten şey, Merkez Bankası’nın yeni başkan yardımcısının da defalarca söylediği gerçek bir ülkenin ekonomik kalkınmasında Hazine Bakanı, Merkez Bankası kadar hatta onlardan daha etkili olan kişinin Adalet Bakanı olduğudur.

Bir ülkede güvenilir bir adalet mekanizması, adalet arayışında bir hukuk anlayışı, öngörülebilir bir yasama sistemi yok ise, maç başladıktan sonra kurallar değişebiliyorsa, kurallar adamına ve adamın iktidara yakınlığına göre eğilip bükülebiliyor baştan aşağı değişebiliyorsa o ülkede ekonomik kalkınma olmaz.

Böyle durumlarda yatırım ancak “krallar arası ilişki” yöntemi ile gelir ve bu ilişkinin geleceğine bağlı olarak sürer veya sürmez.

Gerçek sermaye ise kaçar. İktidara yakın olsa bile kaçar.

İktidarın en yakın adamı gibi görülen müteahhitlerin Londra’da mahalle almasının, iktidarın parçası gibi görünen kişilerin oğullarının uçakla para kaçırırken yakalanmasının, saray inşaatçılarının bile varlıklarının ve işlerinin yüzde 70’ini yurt dışına taşımalarının nedeni olan bir sistem, ekonomiyi kurtaramaz.

Ekonomi yönetiminde liyakatin “şimdilik” önem kazanması yetmez. Adaletin liyakat kazanması daha önemlidir.