Akdeniz Üniversitesi’nde Amniyotik Sıvının Organ Naklinde Devrim Yaratma Potansiyeli Araştırıldı

Akdeniz Üniversitesi’nde araştırmalar, amniyotik sıvının karaciğer gibi organları koruma potansiyeli taşıdığını ortaya koydu. Doç. Dr. Özgür Dandin, bu sıvının diğer organlarda da etkili olabileceğini belirtti ve insan deneyleri için yeni projeler geliştirdiklerini açıkladı.

Akdeniz Üniversitesi'nde araştırmalar, amniyotik sıvının karaciğer gibi organları koruma potansiyeli

**Akdeniz Üniversitesi’nde Amniyotik Sıvı ile Karaciğer Sağlığını İyileştirme Araştırması**

Akdeniz Üniversitesi’nde gerçekleştirilen önemli bir araştırma, doğum esnasında elde edilen amniyotik sıvının, hücre hasarını azaltma, organları daha uzun süre sağlıklı tutma ve kullanılamaz durumda olan karaciğerleri nakle uygun hale getirme potansiyeli taşıdığını ortaya koydu. Çalışmayı yürüten Doç. Dr. Özgür Dandin, amniyotik sıvı ile hastalıklı karaciğerleri tedavi etmeyi hedeflediklerini belirtti. Ancak, yalnızca karaciğer değil; pankreas, böbrek ve uterus gibi diğer organlarda da bu sıvının kullanılma olasılığını vurguladı.

**Zengin İçerik ve Organ Koruma Çalışmaları**

Araştırmada, doğumsal kök hücreler, büyüme faktörleri ve antiinflamatuar maddeler açısından zengin olan amniyotik sıvının, klasik koruma solüsyonlarına alternatif olup olamayacağı üzerinde duruldu. TÜBİTAK 1001 Projesi kapsamında gerçekleştirilen çalışmada, hayvanlardan alınmış karaciğerler geleneksel solüsyonlar ile amniyotik sıvı kullanılarak yaşam sürecek şekilde korunmuştur. Bu süreçte biyokimyasal, histopatolojik ve akımsal analizler yapıldı. Deneylerde, amniyotik sıvının klasik solüsyonlara göre daha az hücre hasarına neden olduğu, organın daha uzun süre sağlıklı kaldığı ve kullanılabilir durumda olmayan karaciğerlerin nakle uygun hale gelme potansiyeli taşıdığı gözlemlendi. Çalışmanın sonuçları Journal of Surgical Research dergisinde yayımlandı.

**Organ Naklinde Karşılaşılan Zorluklar**

Doç. Dr. Dandin, her yıl artan karaciğer nakli bekleyen hasta sayısının yanında, uygun organ eksikliği nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısının da ciddi olduğunu vurguladı. “Türkiye’de her yıl yaklaşık 2 bin 500 kişi karaciğer beklerken hayatını kaybediyor. 25 bin civarında diyaliz alan böbrek nakli adayı var. Ancak, yeterli verici bulunamadığı için bu hastalar beklerken hayatlarını kaybedebiliyorlar.” sözleriyle bu durumu ifade etti. Ayrıca, çıkarılan bazı organların uygun koruma sağlanamadığı için kullanılmadığını belirtti.

**Klasik Solüsyonların Zararlı Etkileri**

Dandin, organların nakil sürecinde uygun korunma şartlarının sağlanmasının önemini vurgulayarak, “Organlar, uzun mesafelerden getirilerek hastaya nakledilirken kullanılan klasik koruma solüsyonları karaciğer üzerinde toksik etkilere neden olabiliyor.” dedi. Amniyotik sıvının kullanıldığı deneylerde, dış ortamda perfüze edilen karaciğerlerde programlanmış hücre ölümü, yani apopitozun azalması ve 7 saatlik süreç sonunda hücre nekrozunun oluşmadığı tespit edildi. Ayrıca klasik solüsyona göre direnç, oksijenlenme ve safra üretimi gibi parametrelerde daha etkili sonuçlar alındığı bildirildi.

**Gelecek İçin Hedefler**

Dandin, tıbbi ilerleme adına önemli bir adım atmak amacıyla Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı’na (TÜSEB) 3 milyon TL bütçeli bir yeni proje önerisinde bulunduklarını ifade etti. Hedeflerinin, patolojik inceleme yoluyla kullanılmayacak denilerek çöpe atılan karaciğerleri amniyotik sıvı ile ne ölçüde iyileştirebileceklerini araştırmak olduğuna dikkat çekti. Ayrıca, bu tür sıvıların sağlık alanında birçok farklı organ üzerine etki gösterebileceğinin altını çizdi.

**Araştırmanın Genişletilmesi**

Yeni projede, 18 hasta üzerinde amniyotik sıvı ile klasik koruma solüsyonlarının kıyaslanacağı belirtiliyor. Doç. Dr. Dandin, çalışmanın karaciğer ile sınırlı kalmayacağını, aynı zamanda diğer organlarda da bu yöntemlerin potansiyelini değerlendireceklerini belirtti. Eğer etkili olursa, bu tür uygulamalar organ açığını önemli ölçüde azaltabilir.

**Biyolojik Solüsyonların Geleceği**

Dandin, kök hücre ve biyolojik solüsyonların sadece mevcut klinik uygulamalarla sınırlı kalmayacağını, gelecekte çok daha geniş alanlarda kullanılabileceğini kaydetti. Bu tür biyolojik sıvıların uzay görevlerinde ya da kişiye özel tedavi yaklaşımlarında büyük potansiyel taşıdığını dile getirdi. Rejeneratif tıbbın sınırlarını genişletecek bu tür çalışmalar, geleceğin ileri düzey tedavi stratejileri için önemli bir ışık tutuyor.