Aileyi Affetmek Değil, Anlamak: Bir Sanatçının İçsel Yolculuğu
Bazı şarkılar vardır, yalnızca melodisiyle değil, sözleriyle de kalbimize dokunur. İçinde geçen birkaç kelime bile sanatçının iç dünyasına dair ipuçları verir. Tıpkı onun yaptığı gibi… Şarkılarında ailesine, çocukluğuna, eksik kalmış sevgiye ve iç hesaplaşmalarına dair açık ve cesur referanslar veriyor. Peki bu satırların ardındaki hayat nasıl bir hikâye anlatıyor?
“Birlikte büyüdüğüm bu dünya güzeli insanlar –annem ve babam– aslında kendi yaralarını saramamış, yalnızlıklarını çözememiş insanlardı,” diyerek başlıyor söze. Bu farkındalık, onun yıllar sonra kavrayabildiği bir gerçek. Ailesi devlet memuruydu, idealleri ve değerleri uğruna çok çaba sarf etmişlerdi. Ancak tüm bu çabanın sonunda, bir çocuğa aktaracak enerjileri kalmamıştı.
Yetişkinliğinde ailesine dair öğrendiği hikâyeler, geçmişe bakışını değiştirmiş. Babasının askerlik yıllarında geçirdiği bir kazadan sağ kurtulması, annesinin öğrencilerinden gelen sevgi dolu hatıralar… Tüm bunlar onun içindeki kırgınlıkla yüzleşmesini sağlamış:
“Artık öfkeli değilim. Ne annem bir melek, ne babama kızgınım. Ölümle birlikte onları eşit bir yerden görebiliyorum. Bu dünyaya gelmiş olmak, onların beni buraya getirmiş olması yeterince kıymetli.”
Bu yolculuk kolay olmamış. Bir zamanlar öfkeye sarılmış, annesini idealleştirmiş, babasının ilgisizliğine içerlemiş… Fakat bugün, o hislerden arınmanın hafifliğini yaşıyor:
“Dargınlıklar beni yedi. Annemi bir yere putlaştırmak yedi. Onu kaybettiğimde sadece 19 yaşındaydım. Babama kırgınlıklarım da çoktu. Ama artık bunların bana ne kadar zarar verdiğini görebiliyorum.”
Affetmekten söz ederken ise dikkat çeken bir yaklaşımı var:
“Affetmek, benim haddime değil. Kabul etmek, anlamaya çalışmak, gözlemlemek… Asıl mesele bu. Affetmek, bizi bir yere hapsediyor sanki.”
Röportajın en çarpıcı anlarından biri de şu cümlelerinde saklı:
“Onlar da benim gibi birer insan. Derin acılar, yaslar, imkânsızlıklar yaşamışlar. Hislerini göstermenin zayıflık sayıldığı dönemlerden gelmişler. Elalem ne der baskısıyla, kendilerine ait olmayan kimlikleri taşımak zorunda kalmışlar. Şimdi onları daha çok anlıyorum.”
Sanatçının bu içsel yüzleşmeleri yalnızca kendi hayatına değil, üretimlerine de yansımış: Şarkılar, romanlar, çocuk kitapları, yüksek lisans tezi… Hepsi bu içsel dünyadan doğmuş.
Ve belki de bu yüzden şöyle diyor:
“Benim sorumluluğum artık geçmişe kızmak değil, kendi hayatımı nasıl yaşamak istediğime karar vermek. Güzele, iyiliğe, şefkate katkı sağlamak. Çünkü kötüler, cahiller, aptallar çok özgür… Ama biz, hassas ruhlar, kendimizi anlatmaya çalışırken yoruluyoruz.”
Son olarak şu soru kalıyor geriye: Değişmek istemeyenlerle bu dünyayı nasıl birlikte yaşarız?
Cevap belki de onun bu yolculuğunda gizli: Önce kendini anlamak, sonra başkalarının da insan olduğunu fark etmek… Ve affetmek değil, sadece görmeyi öğrenmek.